9 Kasım 2009 Pazartesi

James Cameron’ın ‘Avatar’ı gişede başarılı olabilecek mi?


Bir film stüdyosu özgün, sıradışı ve içinde Hollywood yıldızlarının bulunmadığı bir hikâye ile para kazanabilir mi? Üstelik bu filmin maliyeti 500 milyon dolara yaklaşıyor ve aynı zamanda DVD piyasası da ortadan kalkmaya yüz tutmuşsa...

Yukarıdaki soru 20th Century Fox ve stüdyonun 3 boyutlu (3B) filmi ‘Avatar’ için söz konusu. Meseleye şüpheyle yaklaşanların aksine 20th Century Fox stüdyosu bu projeden para kazanacağını düşünüyor. Çünkü stüdyo filmin arkasındaki itici güç olan James Cameron’a güveniyor. Cameron 1997 yılında Fox için ‘Titanic’i çekmiş ve bu film 1,8 milyar dolar gibi rekor bir hasılata ulaşmıştı.

Öte yandan, Cameron’ın bu film üzerinde 15 yıldan bu yana çalıştığı biliniyor. Cameron projeninin tam maliyetini tam olarak açıklamasa da, gelen haberin ulaşılan maliyetin 230 milyon dolar düzeyinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu rakama küresel pazarlama bütçesi de eklendiğinde toplam maliyetin 500 milyon doları bulacağı belirtiliyor. (Projede Cameron’ın Yeni Zelanda’dan Weta Digital ile işbirliğine gittiğini de ekleyelim. Weta Digital’in Yeni Zelandalı yönetmen Peter Jackson’ın firması olduğunu da hatırlatalım.)

Fox Filmed Entertainment başkan yardımcıları Tom Rothman ve Jim Gianopulos ile Cameron’ın Lightstorm Entertainment’taki ortağı Jon Landau konuya ilişkin herhangi bir yorum yapmazken, News Corporation Yönetim Kurulu Başkanı Rupert Murdoch, ‘Avatar’ın kendisini heyecanlandırdığını söyledi.

‘Avatar’a ilişkin dikkat çeken diğer bir nokta ise bu filme özel üretilen kamera ve dijtal teknoloji. Hollywood’un teknoloji ustalarından Vince Pace’in Cameron’la bu filme geliştirdiği özel sistemler 14 milyon dolara mal oldu.

Filmin bir bölümü Los Angeles’ta havaalanı hangarında çekilirken önemli bir kısmı da Yeni Zelanda’da sağlanan vergi avantajları nedeniyle bu ülkede peliküle aktarıldı. ‘Avatar’ bütün dünyada 18 Aralık’ta gösterime girecek. Filmin resmî Web sitesi ise www.avatarmovie.com

(Haberi New York Times’dan derledim. Haberin tamamına http://www.nytimes.com/2009/11/09/business/media/09avatar.html?pagewanted=1&_r=2&ref=movies linkinden ulaşabilirsiniz)

6 Kasım 2009 Cuma

Cesur Yeni Dünya filme çekilecek


Ridley Scott, İngiliz yazar Aldous Huxley’nin ünlü anti ütopya romanı Cesur Yeni Dünya’yı (Brave New World) filme çekeceğini açıkladı.

Huxley’nin 1931’de yazdığı Cesur Yeni Dünya’nın haklarını Leonardo DiCaprio’nun sahibi olduğu yapım firması Appian Way elinde bulunduruyor. DiCaprio ve Scott’un yapımcılığını üstleneceği film Universal Pictures için gerçekleştirilecek. Filmde başrolü ise DiCaprio oynayacak. Universal Pictures yapımın senaryosu için Farhad Safina anlaştığını açıklarken Safina’nın kısa süre içinde senaryo yazımına başlaması bekleniyor.

Son altı aydır yapım firması yöneticilerinin toplantılarını sıklaştırması ve hazırda bir senarist bulunması projeye belirli bir hız kazandırsa da, konuya yakın kaynaklar projenin henüz gelişim aşamasında olduğunu kaydediyor.

Öte yandan, Cesur Yeni Dünya’nın çeşitli defalar televizyona aktarıldığını söylemekte yarar var. Romanın en son 1998 yılında NBC için Leonard Nimoy-Peter Gallagher ikilisi tarafından TV filmi yapıldığını belirtelim. Fakat, eser bugüne kadar sinema seyircisine ulaşmadı.

Cesur Yeni Dünya 26. yüzyılda geçen bir anti ütopya. Romanda üreme teknolojisi, öjenik ve hipnopedi (uykuda öğretim) sayesinde toplum değiştirildiği görülüyor. Aslında tanımlanan dünya bir ütopya olarak da gözükebilir, fakat ironik bir ütopya. Zira insanlık sağlıklı, teknolojik açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir. Bütün ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu olduğu bir dünya vardır. Fakat, ironik biçimde, tüm bu gelişmeler birey için çok önemli olan birçok değerin yok edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; aile, kültürel çeşitlilik, sanat,edebiyat, din ve felsefe artık yoktur. Ayrıca salt zevki önüne gelenle seks yapmada ve uyuşturucu kullanımında bulan toplum hazcı (hedonistik) bir topluma dönüşmüştür. Eserin başlıca kahramanları ise Bernard-Marx, John the Savage ve Lenina Crowne.

(Haberi Reuters ve wikipedi'den derledim)

31 Ekim 2009 Cumartesi

Yanlış tesbihe âşık olmak: Uzak İhtimal


Bugünlerde İstanbul’da 11. İstanbul Bienali düzenleniyor. Etkinliğin ana teması ise “İnsan Neyle Yaşar?”. Bugünlerde gösterime giren “Uzak İhtimal” filmi de insanoğlunun aşk olmadan yaşanamayacağını anlatmanın derdinde. Ama, itiraf edemeyince aşk neye yarar ki?

Mahmut Fazıl Coşkun’un (Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Ahmet Hakan Coşkun’un kardeşi kendisi) sinema kariyerindeki ilk filmi olan “Uzak İhtimal” (İngilizce adıyla “Wrong Rosary”- “Yanlış Tespih”. Neden “Yanlış Tespih” olduğunun cevabı filmde var.) genç müezzin Musa (Nadir Karabacak) ile rahibe adayı Clara (Görkem Yeltan) arasındaki itiraf edilemeyen, platonik bir aşkın hikâyesini anlatıyor. Bir de araya dedektif hikâyesi gibi başlayıp başka türlü devam eden ve sona eren Sahaf Yakup Bey’in (Ersan Uysal) hikâyesi giriyor.

Önce kısaca hikâye: Ankara’nın Beypazarı ilçesinde yaşayan genç müezzin Musa’nın İstanbul’un Tophane semtindeki bir camiye tayine çıkar. Ailesinden ayrılarak ilk defa gurbete düşen Musa, bir yandan büyük şehrin insana verdiği yalnızlık hissiyle de başa çıkmak durumundadır. İşte, bu noktada iki insan karşısına çıkar: Biri, kendini yetiştirip bugünlere getiren –belki de- ustası yaşlı ve yatalak Anna’ya vefakârlık göstererek bakımını üstlenen genç rahibe adayı Clara, diğeri ise yaşlı ve gizemli Yakup Bey. Bir de, Musa’nın arkadaşı Murat’ın hırsızlık hikâyesini de unutmamak gerek.

Yanlışlıkla bulunan haçlı tespih

Her ne kadar yönetmen Coşkun filminin iki din arasında bir yakınlaşma çabası olmadığını söylese de, Musa’nın bir şans eseri bulduğu ve üzerinde haç bulunan tesbihi, Müslümanların tesbihi yerine çekmesi bile yeterince açıklayıcı olur sanırım. (Zaten filmin yurtdışındaki festivallere gönderilen afişinde bu çabanın dikkat çekici olduğu görülüyor. Bir müslüman tesbihiyle bir hristiyanın tesbihinin birleşiminden meydana geliyor afiş.) Filmde dikkat çeken diğer bir nokta da oyunculuğun, atmosferin, müziğin ve diyalogların ekonomik kullanımı. Oyunculuklar deyince biraz durmak gerek: Nadir Karabacak, “Az, çoktur” oyunculuğuyla işini gayet iyi yapıyor. Görkem Yeltan da az ve öz oynuyor. Yalnız, robota benzer yürüyüş tarzı biraz abartı gibi duruyor. Ersan Uysal ise sahaf rolünde üzerine düşüyor ve filme katkı sağlıyor.

Cami imamının Musa’ya herhangi bir ilişkisi olup olmadığını sorgularken yönelttiği “Aday var mı?” sorusuna verdiği “Hayır!” cevabı üzerine verdiği “Öyle bir ‘hayır’ dedin ki,sanki ‘evet’ der gibi” saptamasında ortaya koyduğu duygusal ve mizahî olgunluk, filmde en çok akılda sahne olarak dikkat çekiyor. Polis sorgusunda Musa’yı sorgusunda, “Camiyi de satsaydın, şerefsiz!” gibi küçük ayrıntılar filme ayrı bir çeşni katıyor.

Toparlarsak, Mahmut Fazıl Coşkun’un “Uzak İhtimal”i yurtiçi ve yurtdışı festivallerden topladığı ödüllerin yanı sıra insanı içine çeken, duru ve dünyanın her yerindeki seyircinin ilgisini çekebilecek hikâyesiyle sinema dünyasına sağlam ve kendinden emin adımlarla giriş yapıyor.

UZAK İHTİMAL

Yönetmen: Mahmut Fazıl Coşkun

Senaryo: Tarık Tufan, Görkem Yeltan

Görüntü Yönetmeni: Refik Çakar

Müzik: Rahman Altın

Oyuncular: Nadir Sarıbacak (Musa), Görkem Yeltan (Clara), Ersan Uysal (Yakup)

Yapım yılı ve ülkesi: 2009, Türkiye, 90 dk.

Filmin Web sitesi: www.uzakihtimal.com , www.wrongrosary.com

12 Eylül 2009 Cumartesi

“Aşk olsun abi, bizde yalan olmaz...”


Çağan Irmak sinema kariyerindeki ikinci filminde “Mustafa Hakkında Her Şey”; yalanlar, pişmanlıklar, intikam ve sosyal sınıf eleştirisine odaklanıyor.

Önce kısaca hikâye: Zengin, genç ve başarılı – ve günümüzdeki birçok çift gibi tek çocuklu- bir adam olan Mustafa’nın (Fikret Kuşkan) tıkır tıkır işleyen düzeni günün birinde karısı Ceren’in (Başak Köklükaya) bir trafik kazasında ölmesiyle bozuluyor. Tabii, kaza sırasında karısının yanında kimin olduğunu öğrendiğinde Mustafa öfkeleniyor ve öfkesi, bu kişinin taksici Fikret’in(Nejat İşler) olduğunu öğrenmesiyle daha da artıyor. (Mustafa’nın tabiriyle bu tür alt tabakaya insanlar ‘bu hayatın, bu dünyanın safraları’dır. Bu insanların dışkıları bile farklı kokuyor!) Mustafa’nın öfkesi biraz dinince bu taksicinin kim olduğunu araştırmaya başlıyor ve araştırması bu ‘safra’nın karısının âşığı olduğunu ortaya çıkarmasıyla sonuçlanıyor. Kaza sonucunda Mustafa, hastanede yattığı için Fikret onu buluyor ve bir hasta bakıcı vasıtasıyla Fikret’le ilgili birçok bilgiye ulaşıyor. (Başlık da bu hasta bakıcının Mustafa ile diyalogundan alıntı. Belki de Mustafa’ya yalan söylemeyen tek kişi bu hasta bakıcı)

"Ekmekleri kızarttım, hadi kahvaltı edelim..."

Fikret hastaneden çıkar çıkmaz Mustafa onu kaçırıyor ve şehir dışındaki yazlığına götürerek kendine özgü metotlarla –çoğunlukla işkence ederek- konuşturmaya çalışıyor. Burada kimi zaman gerçekçilikten uzak sahneler de görüyoruz. Örneğin; Mustafa’nın şiddet uygularken Fikret’in “Abi, çişim geldi” ya da Mustafa’nın “Ekmekleri kızarttım, hadi kahvaltı edelim” demesi gibi sahneler fazla zorlama gibi görünüyor. Bunların dışında iyi oynanmış sahneler de var: Mustafa’nın restoranda garsonu aşağıladığı sekans, karakterini ortaya koyması açısından dikkate değer görünüyor. Diğer bir sahne de Mustafa’nın annesiyle (Şerif Sezer) telefonla konuşurken tatilini anlattığı plan tam bir ironi bombası olarak karşımızda duruyor. Göze çarpan üçüncü bir sahne ise Mustafa’nın karabasan gördüğü sahne. Fakat seyirci olarak beni rahatsız bir sahne, Mustafa’nın firma içinde kaybolan paranın bulunması için gösterdiği çaba. Bu paranın akıbeti ne oluyor, seyirci olarak bilmek istemek hakkımız diye düşünüyorum. Bununla ilgili şöyle bir örnek vereyim: Nuri Bilge Ceylan’ın “Uzak”ında evde görülen bir fare vardır ve Mahmut’un (Muzaffer Özdemir) bu fareyi yakalamak için uyguladığı yöntemleri görürüz ve sonunda fare yakalanır. Yani, demek istiyorum ki, “Uzak” filmindeki en önemsiz hikâye bile sona erirken böyle “Mustafa Hakkında Her Şey”de bu noktayı göremiyoruz.

Siyah kostüm meselesi

Oyunculuklara gelince, Fikret Kuşkan elinden geleni performansı ortaya koymaya çalışıyor ve başarılı da oluyor. Kısmen aksadığı olsa da rolünün hakkını veriyor. Bir de, şu siyah kostüm meselesi var: Siyahın gücü temsil ettiğine inanıldığı yaygın bir görüş bulunuyor. Oysa, siyah ağırlıkla yokluğu ve ölümü simgeliyor, birçok insana göre. (Kişisel bir not: Ortaokuldaki resim öğretmenimiz bize resimlerimizi kesinlikle siyahla boyamamamız gerektiğini tembih ederdi. Çünkü siyah bir renk değildi. Aynı şekilde beyaz kullanmamamız da gerekiyordu, o da renkten sayılmıyordu!) Burada mavi renk kullanılsa daha başarılı bir sonuç alınırmış gibime geliyor. Çünkü, mavi daha çok güven ve otoritenin rengi. (ABD başkanları ve devlet adamlarının maviyi tercih etmelerinin nedeni de böylece ortaya çıkıyor) Nejat İşler ise taksici rolünde üzerine düşeni yapıyor, ‘safra’lık kendisine yakışıyor. Ceren’e can veren Başak Köklükaya ise aldatan eşte kalıcı bir etki yapmıyor.

Ufak bir iki not daha: Filmin jeneriğine de dikkat etmek gerekli. Zira, Çağan Irmak aynı Woody Allen gibi bir tarz oluşturuyor. Nasıl ki, Allen’ın filmlerinde tek tip jenerik var, Irmak da aynı yoldan ilerliyor. Yani, siyah fon üzerine kırmızı fontlarla akıp giden jenerikler görüyoruz. Müzikler ise Mor ve Ötesi imzalı ve filmin atmosferini bütünleyerek seyircinin filme daha iyi yoğunlaşmasına katkıda bulunuyor. Bir de kurgu için bir iki söz söyleyelim: Sanki sahne bitmeden kararma oluyor ve bu da gözü yoruyor.Filmdeki yan hikâye de yalan ve pişmanlık temasını tamamlayarak gerilimi artırmaya yardımcı oluyor.

Özetlemek gerekirse, “Mustafa Hakkında Her Şey”, Çağan Irmak’ın ilk filmi “Bana Şans Dile”den daha olgun bir film olmakla birlikte aksaklıkları da bulunuyor. Irmak işini bilen bir yönetmen ve bu alanda gidecek daha uzun yol var önünde.

MUSTAFA HAKKINDA HER ŞEY

Senaryo - yönetmen: Çağan Irmak

Görüntü Yönetmeni: Selahattin Sancaklı

Müzik: Mor ve Ötesi

Yapım yılı ve ülkesi: 2004 - Türkiye

Süre: 115 dk

Oyuncular: Fikret Kuşkan (Mustafa), Nejat İşler (Fikret), Başak Köklükaya (Ceren), Şerif Sezer (Mukaddder), Arda Seçgün (Kerem)

8 Eylül 2009 Salı

ABD sinemasında bu yaz kazananlar ve kaybedenler


ABD’deki her endüstri bütün bir yıl kötü şekilde geçirirken tek bir endüstride işlerin yolunda gittiği söylenebilir: Sinema. 2009 yılı bütün zamanların en yüksek gişe hasılatına sahip bir yıl olarak dikkat çekiyor.

movies.yahoo.com’da Matt McDaniel imzasıyla yayımlanan habere göre, ABD’deki sinema endüstrisinin 1 Eylül’e kadar olan brüt gişe hasılatı 7,2 milyar dolara ulaşmış. Bu ise geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 6,7 artış anlamına geliyor. İşte, kazananları ve kaybedenleriyle bu sezon ABD sinemasına damgasını vuran filmler:

Yılın en büyük sürprizi: Felekten Bir Gece (The Hangover)

Toplam ABD hasılatı: 270,237,753 dolar

Evet, oyuncu kadrosunda herhangi bir A sınıfı yıldız oyuncu bulunmamasına ve 17 yaş sınırı getirilmesine rağmen bu yaza damgasını bu film vurdu. Bununla birlikte “Felekten Bir Gece” yürütülen komik bir pazarlama kampanyasıyla 45 milyon dolarlık açılışa imza atarak ağızdan ağıza şöhretinin yayılmasıyla 10 hafta boyunca ilk 10 sıradaki yerini korudu. (Ayrıca filmin 2. bölümü için hazırlıkların başladığını söylemekte yarar var)

Yılın en büyük kaybedeni: Land of the Lost

Toplam ABD hasılatı (brüt): 49,438,370 dolar

“Felekten Bir Gece”ye karşı gösterime çıkan “Land of the Lost” beklentilerin altında bir hasılata ulaştı. 1970’li yılların kült çocuk şovu olan “Land of the Lost”, yeniden uyarlamasında Will Ferrell gibi tanınmış yıldızlar olmasına rağmen “Felekten Bir Gece”nin yarısı kadar hasılata ulaştı.

Yılın en büyük kazananı: Transformers: Revenge of the Fallen (Transformers: Yenilenlerin İntikamı)

Toplam ABD hasılatı (brüt): 399,416,040

Hiç kimse bu filmin 2007’deki başarısına ulaşacağını beklemiyordu ama ulaştı. “Transformers: Yenilenlerin İntikamı” Çarşamba günü açılış yapan filmler arasında en yüksek hasılatı yaptı. Filmin çok yakında 400 milyon dolar barajını aşan filmler listesine gireceğine kesin gözüyle bakılıyor.

Yılın en büyük uluslararası başarısı: Buz Devri 3: Dinozorların Şafağı ( Ice Age: Dawn of the Dinosaurs)

Toplam yurtdışı hasılatı (brüt): 613,790,529

“Buz Devri” serisinin üçüncüsü ABD’de 193 milyon dolarlık hasılat yaparak ikinci filmin az altında bir rakama ulaştı. Filmin gerçek başarısı ise yurtdışında ortaya çıktı ve ABD’nin üç katı bir gişe hasılatıyla yapımcılarını sevindirdi.

Yılın en önemli bağımsız filmi: (500) Days of Summer

Toplam ABD hasılatı (brüt): 25,203,886 dolar

Bu küçük romantik komedi önce Sundance’te sinemaseverlerin kalbini kazandı. Yakaladığı olumlu havayla da Temmuz ortasında bin 1oo’den fazla gösterime girerek maliyetinin üç katı gişe rakamına ulaştı.

Dünyanın en büyük gişe hasılatı: Harry Potter ve Melez Prens (Harry Potter and the Half-Blood Prince)

Toplam dünya hasılatı (brüt): 895,958,075 dolar

Harry Potter hayranları serinin altıncı bölümünü iki sene beklemek zorunda kaldı. Fakat bu bekleyiş gişe hasılatında yapımcılarını karşılıksız bırakmadı. “Harry Potter ve Melez Prens” bu yılın en brüt açılışını yapan ikinci yapım olurken serinin de en iyi ikinci filmi olarak sinema tarihindeki yerini aldı.

27 Ağustos 2009 Perşembe

“Sırlar insanları birbirlerine yaklaştırır”…mış!


İnsanın başından ısınamadığı filmler vardır; işte, “Bana Şans Dile” de böyle bir film. Önce karakter isimlerinden başlayalım: Olay, “Ülkem Lisesi”’nde geçiyor. Başrol oyuncusunun adı “Bahadır Yurtseven” (Bahadır: Savaşlarda gücü ve yılmazlığıyla üstünlük kazanan veya yiğitlik gösteren kimse – Kaynak: TDK Sözlüğü). Edebiyat hocasının adı, “Yurdanur”. Bahadır’ın arkadaşlarından birinin adı “Türker” (tabii, bundan babasının asker olmasının da payı olabilir). Bu kadarı da tesadüf olamaz değil mi?

Kısaca hikâye: İçe kapanık, iletişimsiz, sakar lise öğrencisi Bahadır bir sabah uyandığında dünyayı değiştirmeye karar verir. O sabah okula giderken beline taktığı tabancayla sınıf arkadaşlarını rehin alarak korkulu anlar yaşatacak olan Bahadır, onlardan hayatları boyunca kendilerini en çok yaralayan anılarını anlatmalarını ister. Çağan Irmak’ın sinema kariyerindeki ilk filmi olan “Bana Şans Dile” ağırlıklı olarak aile içi şiddet, sevgisizlik ve iletişimsizlik üzerine kurulu.

Bunlar nasıl öğrenci?

Çağan Irmak’ın filmi özgün bir konuya sahip gibi görünse de, günümüz lise öğrenci hayatına uzak bir bakış ortaya koyuyor. (Evet, 1999’da Kartal Meslek Lisesi’nde silahlı bir öğrenci daha önce atıldığı okula gelerek biri öğretmen, iki kişiyi öldürmüştü. Ama oradaki motivasyon daha başkaydı: Alkollü şekilde okula gelen öğrenci, daha önce arkadaşlık ettiği kızı görmeye gelmiş ama reddedilince silaha sarılmıştı.) Ünlü bir VJ olan kız öğrenci (Başak Daşman’ın oynadığı Ayşegül), satanist bir öğrenci (Mert Akça’nın canlandırdığı Serkan) ve geceleri Taksim civarlarında erkek peşinde koşan bir erkek öğrenci… (Türker rolünde Berke Üzerek) Alt alta konunca, “Bunlar nasıl öğrenci?” diyor insan.

Oyunculuklara gelince, Bahadır’ı oynayan Rıza Kocaoğlu sinemadaki ilk başrolünü bu filmde üstleniyor. Performans olarak döküldüğü bölümler olsa da, umut verici yönleri de var. “Bana Şans Dile” ayrıca Çağlar rolündeki İsmail Hacıoğlu’nun da sinemadaki ilk işi (Hacıoğlu 1985 doğumlu, film 2001 yapımı).

Satanist öğrencinin absürd hikâyesi

Yönetmen Irmak’ın diyalog yazımındaki başarısını yönettiği diziler de görsek de, “Bana Şans Dile”’de bundan pek eser yok. Özellikle satanist öğrencinin hikâyesi çok absürd duruyor. Bunun yanı sıra diyalogların kopuk kopuk ve yapay olduğunu da söylemek gerekiyor. Finale doğru Bahadır’ın “Adam yapmış işte! Bilmem kaç milimetre metali dökmüş, kabzalı mabzalı. Adam yapmış kardeşim bunu başkalarını öldürün diye. Resmen öyle haa!. Sabah uyanmış, işine gitmiş, fabrikasında bunu imal etmiş. Neden? Başka bir insan ölsün diye. Ne kadar anlamsız bir dünyada yaşadığımızı görüyor musunuz? Adam bunu yapmak için sabah uyanıp işine gidiyor kardeşim. Var mı böyle bir şey? Var, oluyormuş demek!" konuşması dikkatimi çekti. Çağan Irmak’ın dramatik yapıda kullandığı araçlara baktığımızda flashback, dış ses ve yinelemeli gag göze çarpıyor. Yinelemeli gag deyince de, filmde kullanılan ayakkabı bağı trüğü güzel olmuş.

Filme ilişkin diğer bir not da gösterime girme macerası. Film 2001’de çekildiğinde gösterime girmemiş – muhtemelen yapımcının tasarrufuyla-. Fakat Çağan Irmak yönetmen olarak şöhrete kavuşunca 5 Ekim 2007’de aniden seyirciye ulaştırıldı ve www.boxofficeturkiye.com’ un verilerine göre de gösterimde kaldığı 11 haftalık sürede yaklaşık 335 bin TL’lik hâsılata ulaştı.

Toparlamak gerekirse, Çağan Irmak “Bana Şans Dile” ile sinema kariyerine vasat bir başlangıç yapıyor. Bence bu filme Irmak’ın çıraklık hatası olarak yaklaşmak daha uygun olur. Başlık ise Edebiyat hocası Yurdanur’dan alıntı.

BANA ŞANS DİLE

Yönetmen-senaryo: Çağan Irmak
Yapımcı: İrfan Tözüm
Görüntü Yönetmeni: Cenap Cevahir
Müzik: Aria
Oyuncular: Deniz Uğur (Yurdanur), Rıza Kocaoğlu (Bahadır), Melisa Sözen (Tuba), Volkan Severcan (Kaan), İsmail Hacıoğlu (Çağlar)
Filmin web sitesi: www.banasansdilefilmi.com/

(NOT: Çağan Irmak’ın yeni filmi “Karanlıktakiler” 2 Ekim’de seyirciyle buluşacak. Ben de o tarihe kadar Irmak’ın diğer 4 filmini – “Mustafa Hakkında Her Şey”, “Babam ve Oğlum”, “Ulak” ve “Issız Adam- yapım yılı sırasına göre burada değerlendirmeye çalışacağım)

28 Temmuz 2009 Salı

"Halk Düşmanları" yeni bir "Heat" değil!


En sonda söylenmesi gerekeni en başta söyleyeyim: Yönetmen Michael Mann’ın “Halk Düşmanları” (Public Enemies) yeni bir “Son Mohikan” (The Last of the Mohicans) veya “Büyük Hesaplaşma”(Heat) değil. Neden olmadığını açıklayayım: Sinemada öyküleme tekniğinde “zorunlu sahne” denen bir teknik vardır. Bu sahnede kahraman ve karşı kahraman karşıya gelir, seyirci de bu anı heyecanla bekler. Ama bu filmde bunu göremiyoruz. (Evet, karşı karşıya gelip gelmedikleri şüpheli olan bir sahne var ama…) Dikkat çeken diğer bir nokta ise HD kamera kullanımı. Bu kameraların film çekim maliyetlerini düşürdüğünü biliyoruz ama seyir zevki azalıyor ve gözü rahatsız ediyor. Perdede çoğu zaman kum görmek sanki ayarı bozulmuş TV’de film seyretmeye benziyor.

Kısaca filmin konusundan bahsetmek gerekirse; “Halk Düşmanları” ABD’de 1930’lu yıllarda yaşanan Büyük Buhran yıllarının ünlü banka soyguncusu John Dillinger’ın hayatının son dönemlerini anlatıyor. Dillinger ve çetesi polisle dalga geçmeyi seviyor ve hapse atıldığı her seferde bir yolunu bularak kaçmayı başarıyor. Buna bir de polisin yetersizliği eklenince Dillinger ve tayfası millî bir mesele haline geliyor. Daha fazla detaya gerek yok sanırım, zira sonu, başından belli bir film “Halk Düşmanları”.

Depp ve Bale vasat, Cotillard sınıfı geçiyor

Biraz da oyunculuklara bakalım: Johnny Depp’in masum yüzüyle bu role ne kadar uygun olduğu tartışmalı. Fakat usta oyuncu filmin sonlarına doğru toparlanıyor ve “eh, işte!” dedirtiyor. Dillinger’ın peşindeki Ajan Melvin Purvis rolündeki Christian Bale, Depp kadar bile varlık gösteremiyor. Dillinger’ın sevgilisi Frechette’i oynayan Marion Cotillard ise filmin erkeklerini kıskandıracak bir performans ortaya koyuyor.

Filmden akılda kalan bölümlere gelince, Dillinger ve ekibinin sinemada film seyrederken perdede kendi ihbarını gördüğü sahne göz doldurucuydu. Dillinger’ın Chicago Emniyet Müdürlüğü binasına girerek kendisi için binada özel hazırlanan büroyu gezmesi ve bu esnada radyoda maç dinleyen polislere maçın sonucunu sorduğu sekans ise hoştu. Bir de, Dillinger’ın Frechette’i çalıştığı yere kadar takip ederek bulması ve kendisiyle birlikte kalıp kalamayacağını sorduğunda Frechette’in, “Ama senin hakkında çok şey bilmiyorum” demesinin ardından Dillinger’ın da üç-dört kısa cümleyle hayatını özetlediği cümle etkileyiciydi.

Filmin genelini ele aldığımızda ise “Halk Düşmanları”nın büyük bir film olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yönetmen Mann’ın filmin geçtiği dönemi başarılı şekilde yansıtması ve görüntü yönetmeni Dante Spinotti’nin usta işi kadrajları filme kısmen de olsa seyredilebilirlik katıyor.
HALK DÜŞMANLARI (PUBLIC ENEMIES)
Yönetmen: Michael Mann
Senaryo: Michael Mann, Ronan Bennett, Ann Biderman ve Bryan Burrough (kitap)
Görüntü Yönetmeni: Dante Spinotti
Müzik:Elliott Goldenthal
Oyuncular: Johnny Depp (John Dillinger), Christian Bale (Melvin Purvis), Marion Cotillard (Billie Frechette)
Süre: 130 dk.
Yapım yılı ve ülkesi: 2009 - ABD
Filmin web sitesi: www.publicenemies.net

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Yeni sezonda Türk filmleri


Artık Ağustos’a, dolayısıyla yeni sinema sezonuna yaklaşıyoruz. Bu vesileyle yeni sezonda gösterime girecek veya girmesi muhtemel Türk filmlerine göz atmak istedik. Bunun için de Star Gazetesi sinema yazarı Alin Taşçıyan ile Sabah Gazetesi sinema yazarı Olkan Özyurt’un 26 Temmuz’da köşelerinde yayımladıkları değerlendirme yazılarına göz gezdireceğiz.

32 film hazır

Olkan Özyurt, “Türk sineması Türkiye gerçeğini anlatacak” başlıklı yazısında şu ana kadar 32 filmin hazır olduğunu belirtiyor ve bunun arkasının geleceğini söylüyor. Özyurt, “Şimdiden vizyona hazır 32 film var. Dahası da gelecek. Şu an memleketin her yeri neredeyse sete dönüşmüş durumda. Anlaşılan eylül sonunda bir 30 film daha vizyona hazır olacak” diyor. Yazısında filmlerin temalarına da değinen Özyurt, bu yıl sinemacıların dertli olduğunu aktarıyor ve “Çünkü bu yılın baskın temaları işsizlik, suç, cinayet, vicdan azabı, aşk, aile dramları, yoksul insan, iletişimsizlik, yalnızlık, hastalık... Dolayısıyla bu yıl beyazperdede pek de iç açıcı hikâyeler izlemeyeceğiz. Ama sanki filmler sayesinde sinema seyircileri Türkiye gerçekleriyle daha fazla yüzleşecek” ifadesini kullanıyor. Özyurt’un sözünü ettiği 32 filmin listesine http://sabah.com.tr/Ekler/Pazar/Guncel/2009/07/26/turk_sinemasi_turkiye_gercegini_anlatacak linkinden ulaşabilirsiniz.

Yaşasın mı, eyvah mı?

Alin Taşçıyan da Alkan Özyurt gibi film sayısının ve çeşitliliğinin arttığında hemfikir ve buna sevinmemiz gerektiğini söylüyor. Taşçıyan, “ ‘Yaşasın!’ mı yoksa‘Eyvah’ mı?” başlıklı yazısında, “Buna rağmen izleyici sayısı artmadığı için avaz avaz ‘Yaşasın!’ diye bağıramıyoruz. Zarar etme olasılıklarını göz önünde bulundurup kısık sesle ‘Eyvah!’ diyoruz. ifadesini kullanıyor. Taşçıyan ayrıca Cemal Şan’dan Seyfi Teoman’a çeşitli yönetmenlerin projelerinden bahsediyor. Yazarın ayrıntılı yazısına http://stargazete.com/pazar/yazar/alin-tasciyan/-yasasin-mi-yoksa-eyvah-mi-203646.htm linkinden ulaşmak mümkün.

Ana akım sinemada merakla beklenen filmler arasında Cem Yılmaz’dan “Yahşi Batı”, Togan Gökbakar’dan “Recep İvedik-3”, Yılmaz Erdoğan’ın BKM Mutfak oyuncularıyla kotardığı “Neşeli Hayat”, Okan Bayülgen’in hiciv türündeki “Kanal- i- zasyon”’u, Uğur Yücel’in polisiyesi “Ejder Kapanı”, Çağan Irmak’ın bir anne - oğul ilişkisini ele aldığı “Karanlıktakiler” yer alıyor.

Sanat filmleri alanında ise şahsen beklediğim yapıtlar arasında Zeki Demirbukuz’un Nihad Sırrı Örik’in romanında uyarladığı “Kıskanmak”ı, Mahmut Fazıl Coşkun’un bir rahibe adayı ile İstanbul'a atanan müezzinin yakınlaşmasını ele alan “Uzak İhtimal”i, Aslı Özge’nin seyyar çiçek satıcısı, dolmuş şoförü ve bir polisin hikâyesini anlattığı “Köprüdekiler”i ve Reha Erdem’in bir hırsızın öyküsünü aktardığı“Kosmos”u.

Yeni sezondaki Türk filmlerine ilişkin elimizdeki ilk bilgiler yukarıdaki gibi. Yabancı filmler hakkındaki program netleştikçe buradan paylaşacağım.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

"Açıyorum barı, her şey hazır..."


Evet, “Her Şey Çok Güzel Olacak” başlıktaki cümle üzerine kurulu. Cem Yılmaz’ın sinema kariyerindeki ilk fimi olan “Her Şey Çok Güzel Olacak”, tam bir kaybeden hikâyesi. Bunun yanı sıra, parçalanmış bir ailenin ve birbirlerine sevgilerini gösteremeyen iki kardeşin konu edildiği bir film “Her Şey Çok Güzel Olacak”. Hikâye kısaca şöyle: Bir kavga sonucu ayrılıp bir kavga sonucu birbirlerini bulan Altan Çamlı (Cem Yılmaz) ve Nuri Çamlı (Mazhar Alanson) isimli kardeşlerden Altan’ın bar açma sevdası yüzünden Bodrum yollarına düşmesi. Tabii, bu yolculukta Nuri de yerini alıyor ve olaylar gelişiyor. Altan’ın ağabeyi Nuri’nin çalıştığı ecza deposundan –Altan’ın ifadesiyle- “kafa bulduran” ilaçları çalarak Bodrum’daki mafya elemanına satması ve İstanbul’a geri dönmeleri filmin temel direği.

Üçkâğıtçı Cem Yılmaz!

Kendisi öyle olduğunu kabul etmese de, üçkâğıtçı Altan, girdiği hiçbir işte tutunamayan (Örneğin, “tekne tutuyor” deyip tekne işini bırakmış!) tam bir “anasının gözü” denebilecek bir karakter. “Anasının gözü olma” durumu, tabii ki eşi Ayla’ya (Ceyda Düvenci) sökmüyor. Buna karşılık ağabeyi Nuri de kendi halinde, sakin bir ilaç dağıtıcısı (“İlaç” dediysek, uyuşturucu değil! İşi ecza deposunda günlük olarak dağıtıma çıkarak ilgili yerlere ilaç vermek). Bu sakin adamın en büyük merakı ise hız manyağı spor otomobiller!

Diğer oyunculuklara gelince, Altan ve Nuri’nin huysuz babası rolünde rahmetli Selim Naşit Özcan, kelimenin tam anlamıyla döktürüyor. Çocuklarını sevmekle birlikte bunu pek göstermiyor ve çocuklarıyla her görüştüğünde küfürlerle fırçalıyor. Altan’ın karısını canlandıran Ayla da (Ceyda Düvenci) rolünün hakkını veriyor. Bodrum’daki mafya elemanı Nusret de (Mustafa Uzunyılmaz) üzerine düşeni yapıyor ve esere katkıda bulunuyor.

Ömer Vargı’nın yönetmenliğe parlak girişi

“Her Şey Çok Güzel Olacak” Cem Yılmaz’ın ilk filmi olmasının yanı sıra sinema kariyerine 1974’te Şerif Gören’in asistanı olarak başlayan Ömer Vargı’nın da yönetmenliğini üstlendiği ilk yapıt. Daha sonra “İnşaat” (2003) ve “Kabadayı”yı (2007) çeken Vargı, “Her Şey Çok Güzel Olacak” ile yönetmenliğe sağlam bir başlangıç yapıyor.

Bir de filmdeki klişe ve orijinalliklere değinmek gerek: Bizim Türkler olarak çok sevdiğimiz, “Bu yabancılarda hiç kıskanma yok abi, kocasının yanında karısına git, sırnaş!” klişesi burada da karşımıza çıkıyor. İkinci ise karının kocasını, kocasının en yakın arkadaşıyla aldatması. Buna karşılık, finalde sote edilen çiçekler sahnesi bir başka güzel. Yine sonlara doğru ceketteki paraların yanması da özgün bir buluş olarak dikkat çekiyor. Bir de, Avrupa Yakası'nda Kubilay ve Gülenay Abi rolleriyle tanınan Vural Çelik (barda turist kız tavlamaya çalışan acemi çapkını oynuyor) ile Nurgül Yeşilçay'ın da (hastanedeki hemşireyi canlandırıyor) sinemadaki ilk performansları olduğunu belirtelim.

Sonuç? “Her Şey Çok Güzel Olacak” konusu, Sadri Alışık bıyıklı Cem Yılmaz’ı, kendi halindeki Mazhar Alanson’u, küfürbaz babası, başarıyla oynanmış yan karakterleri, klişe ve özgün yönleri, ve Mazhar Alanson'un güzel müzikleriyle sinema tarihimizdeki ayrıcalıklı yerini alıyor. TV’de rastlar veya DVD’sini görürseniz kaçırmayın, üzülebilirsiniz.
HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK
Yönetmen: Ömer Vargı
Senaryo: Ömer Vargı, Cem Yılmaz, Hakan Haksun
Görüntü Yönetmeni: Garry Turnbull
Müzik: Mazhar Alanson
Oyuncular: Cem Yılmaz (Altan Çamlı), Mazhar Alanson (Nuri Çamlı), Ceyda Düvenci (Ayla Çamlı), Selim Naşit Özcan (Cevat Çamlı), Mustafa Uzunyılmaz (Nusret)
Süre: 105 dk.
Yapım yılı - ülkesi: 1997 - Türkiye

İyi ama tavuğa ne oldu?...


Bildik Amerikan hikâyesi: Bekârlığa veda partisi ve bunun ardından yaşananlar. Adamlarımız Alan (Zach Galifianakis), Doug (Justin Bartha), Phil (Bradley Cooper) ve Stu (Ed Helms) iki gün sonra evlenecek arkadaşları Doug’ın bekârlığındaki son günlerinin tadını çıkarması için Las Vegas’a gidiyorlar. Gidiyorlar ama başlarına gelenlerden sonra ne yaptıklarını hatırlamıyorlar (Striptizciyle evlenmeler, iddia üstüne kendi dişini çekmeler, polis arabası çalmalar, kumar oynayıp büyük paralar kazanmalar vs). Ertesi sabah kiraladıkları lüks suitin salonunda bir tavuk, banyosunda bir kaplan ve diğer odalardan birinde de bir bebek ile uyanıyorlar. Film Alan, Stu ve Phil’in Doug’ı bulma çabaları, bu sırada yaşadıkları komiklikleri ve bir önceki gece ne yaptıklarını hatırlamaya çalışmaları üzerine kurulu. Hatırlama işlemi sırasında ise ipuçları kahramanlarımıza yardımcı oluyor.

Alan karakterine dikkat!

“Felekten Bir Gece”yi (The Hangover) ABD’de ‘Road Trip’, ‘Old School’, ‘Starsky & Hutch’ gibi filmleriyle tanınan Todd Philips yönetmiş. Senaryoda ise Jon Lucas ve Scott Moore’un imzası bulunuyor (İkilinin yazdığı ve Mark Waters’ın yönettiği “Hayalet Sevgililerim” -“Ghosts of Girlfriends Past” ise 24 Temmuz’da gösterime giriyor). Filmin karakterleri ustaca gözlemlenmiş ve oynanmış. Senaryo da bu karakterlere uygun şekilde akıcı ve seyirciye, “Peki, bu sahneden sonra ne olacak?” dedirtecek şekilde ilerliyor. Karakterler deyince Alan’a ayrı bir parantez açmak gerekiyor: Filmdeki birçok esprinin kaynağı Alan. Özellikle “Köpekleri salmaya hazır mısınız beyler?” esprisi filmin lokomotiflerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca yan karakterler de başarılı: Mike Tyson ve Çinli mafya lideri rollerinin hakkını veriyor. Filmde “Yağmur Adam”a yapılan göndermelere de dikkat! Yapıma ilişkin diğer notlara gelince: ABD’de 10 günde 105,4 milyon dolar hasılata ulaşarak dikkatleri üzerine çekti. Yapımcılar bunun üzerine filmin ikinci bölümünü çekme kararı aldılar. Türkiye’de duruma baktığımızda ise http://www.boxofficeturkey.com/' un verilerine göre, 10 günde yaklaşık 40 bine kişiyle buluşan yapım 390 bin TL’lik hasılata ulaşmış durumda.

Toparlamak gerekirse, yaz sıcağında, eli yüzü düzgün gülmek için bire bir film. Başlık mı? Filmi seyredince anlarsınız!

(Bir gözlem de, filmi seyrettiğim Astoria AVM’deki Cinebonus’a ilişkin: Tamam, ses düzeni, koltuklar vs iyi de, kıpkırmızı dekorasyon gözü çok rahatsız ediyor. Diğer Cinebonus’larda da film seyrettim ama Astoria’daki Cinebonus’a mecbur kalmadıkça gideceğimi düşünmüyorum)
FELEKTEN BİR GECE
Yönetmen: Todd Philips
Senaryo: Scott Moore, Jon Lucas
Görüntü Yönetmeni: Lawrence Sher
Müzik: Christophe Beck
Oyuncular: Bradley Cooper (Phil Wenneck), Justin Bartha (Doug Billings), Ed Helms (Stu Price), Zach Galifianakis (Alan)
Süre: 100 dk
Yapım yılı - ülkesi: 2009 - ABD